Gözün Görevi Nedir? – Görmekten Fazlasını Arayan Bir Felsefi Bakış
Bir filozof için görmek, yalnızca biyolojik bir eylem değil, varlığı anlamlandırmanın ilk adımıdır. Göz, insanın dış dünyayla kurduğu en doğrudan ilişkidir; ancak aynı zamanda, hakikatle yüzleşmenin de aracıdır. “Gözün görevi nedir?” sorusu bu yüzden sadece bir anatomi ya da biyoloji sorusu değildir; etik, epistemolojik ve ontolojik bir çağrıdır. Görmek, bilmekle; bilmek, var olmakla; var olmak ise sorumlulukla iç içedir.
Epistemoloji Perspektifinden: Görmek Bilmenin Başlangıcı mı?
Epistemolojide yani bilgi felsefesinde, göz genellikle bilginin kapısı olarak kabul edilir. Antik Yunan düşünürlerinden Aristoteles, insanın bilgiyi duyular aracılığıyla edindiğini savunmuş, gözün ise bu duyuların en değerlisi olduğunu belirtmiştir. Çünkü görmek, sadece algılamak değil, dünyayı anlamlı biçimde düzenlemek demektir.
Modern felsefede ise Descartes’tan Kant’a uzanan çizgide göz, artık sadece bir pencere değil, bir inşa edici güç olarak görülür. İnsan gözü, nesneleri olduğu gibi değil, kendi kavramsal çerçevesine uygun biçimde algılar. Bu durumda “gözün görevi”, dış dünyayı olduğu gibi yansıtmak değil, onu zihinsel olarak yeniden kurmaktır. Yani göz, bilginin edilgen alıcısı değil, etkin üreticisidir.
Burada şu soruyu sormak gerekir: Gerçekten gördüğümüz şey mi var, yoksa görmek istediğimiz mi? Epistemolojik açıdan bu soru, bilginin sınırlarını değil, aynı zamanda öznel algının hakikat üzerindeki etkisini de sorgular.
Ontoloji Perspektifinden: Görmek ve Var Olmak
Ontoloji, yani varlık felsefesi, gözün görevini “varlığı görünür kılmak” üzerinden yorumlar. Heidegger’in ifadesiyle, “var olanın ortaya çıkışı” bir tür açığa çıkma sürecidir. Göz, bu sürecin hem tanığı hem de aracıdır. Görmek, varlığı açığa çıkarmaktır; görünmeyeni, görünür hale getirmektir.
Ancak burada derin bir paradoks vardır: Göz, ne kadar çok görürse, o kadar az görür. Çünkü sürekli olarak dışa yönelen bakış, içe dönük farkındalığı azaltabilir. Felsefi anlamda, gözün görevi yalnızca dış dünyayı görmek değil, aynı zamanda kendini görmeyi öğrenmektir. Platon’un “Mağara Alegorisi”nde de bu fikir vardır: Gerçek görmek, göze değil, anlama bağlıdır. Göz, ruhun bir aracıdır; ama ruhun kendisini görebilmesi için gözün ötesine geçmesi gerekir.
Bu noktada şu sorular anlam kazanır: Göz sadece var olanı mı görür, yoksa var olmayanı da görünür kılabilir mi? Bir sanatçı, bir bilim insanı ya da bir çocuk dünyaya baktığında aslında kendi iç dünyasını mı yansıtır?
Etik Perspektiften: Görmenin Sorumluluğu
Etik açıdan bakıldığında “görmek”, yalnızca bir hak değil, bir sorumluluktur. Gözün görevi, sadece bakmak değil, görmekle yükümlü olmaktır. Levinas, başkasının yüzünü görmekten söz ederken, “görme”yi ahlaki bir eylem olarak tanımlar. Başkasının yüzüne bakan kişi, artık ondan sorumludur; çünkü yüz, bir varlığın kırılganlığını açığa çıkarır.
Bu durumda göz, yalnızca bilgiye değil, empatiye de aracılık eder. Bir insanın acısını, sevincini, utancını gözle görmek; onu tanımak kadar, onunla birlikte var olmak anlamına gelir. Gözün etik görevi, dünyayı yalnızca tanımak değil, dünyaya karşı duyarlı olmaktır.
Modern toplumlarda “görmenin sorumluluğu” çoğu kez unutulur. Görsel bombardıman altında, göz artık anlamak yerine tüketmeye alışmıştır. Bu yüzden, felsefi bir uyarı olarak şunu düşünebiliriz: Her şeyi görmek, hiçbir şeyi anlamamak değildir mi?
Görmenin Üç Boyutu: Beden, Bilgi, Vicdan
Gözün görevi üç düzeyde okunabilir:
- Beden düzeyi: Görmek, hayatta kalmanın aracıdır; çevreye uyum sağlar.
- Bilgi düzeyi: Görmek, anlamanın ve bilginin kaynağıdır.
- Vicdan düzeyi: Görmek, başkasını fark etmek ve etik bir sorumluluk üstlenmektir.
Bu üç düzey birleştiğinde göz, artık sadece bir organ değil; varlık, bilgi ve değer arasındaki köprüdür. İnsan gözü, biyolojik bir yapı olmaktan çıkar, insan olmanın sembolü haline gelir.
Sonuç: Gözün Görevi, Görmeyi Aşmaktır
Kısaca, gözün görevi yalnızca görmek değil; anlamı, hakikati ve sorumluluğu birlikte taşımaktır. Epistemolojik olarak göz bilgiye; ontolojik olarak varlığa; etik olarak ise insana açılır. Bu yüzden göz, hem dış dünyanın aynası hem de iç dünyanın anahtarıdır.
Ve belki de asıl soru şudur: Biz gerçekten görüyor muyuz, yoksa bakmanın konforunda mı yaşıyoruz? Çünkü bazen, en büyük körlük gözler açıkken yaşanır.
Gözün görevi, dünyayı değil; dünyadaki anlamı görmektir.